Design Gallery, CSS Template, Free Download

"Sözümüz özümüzdür"

Radyo Yeşilada Türkülerin Kalbi

Radyo Yeşilada Türkülerin Kalbi

Radyo Yeşilada Türkülerin Kalbi

Radyo Yeşilada Türkülerin Kalbi

Radyo Yeşilada Türkülerin Kalbi

Yeşilada Haber


Küçük Paşa'ya Ermenice'yi acaba kim öğretti?
Zaman Gündem tarih 12.06.2009, 12:48 (UTC)
  Veli küçük ermeni köyünde doğmuş,Ermeniceyi iyi biliyor


Biyografilere ağırlık veren Chronicle Dergisi, haziran sayısında çarpıcı bir dosya yayınladı. 'Küçükoğulları ve Veli Küçük' başlıklı haberde, Bilecik Türkmen köyünün bilinenin aksine bir Ermeni yerleşkesi olduğu belirtiliyor. Günümüzde tek bir Ermeni'nin bile yaşamadığının anlatıldığı haberde, köyün Osmanlı kayıtlarına göre yüzde 85'inin Ermeni olduğu belirtiliyor.



Resmi belgelere dayanarak Ermeni ailelerin vergi kayıtlarını yayınlayan dergi, Veli Küçük'ün kökeni üzerinde duruyor. Habere göre Veli Küçük, 9 Mayıs 1944'te Bilecik'e bağlı Gölpazarı ilçesinin Türkmen köyünde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin dört çocuğundan birisiydi. Veli Küçük, bebekken vefat eden ağabeyinin ismini almıştı.

Osmanlı kayıtları, Türkmen köyünde Ermenilerin çoğunlukta olduğunu gösteriyor. O dönemde köyde çok az Türkmen yaşıyordu. Gerek 1530 yılına ait Tapu Tahrir kayıtlarında, gerekse 1680 'Avarız Vergisi' (Seferberlik) kayıtlarında Türkmen köyünün adı geçmiyor. O tarihte ya böyle bir köy henüz kurulmamıştı veya 18. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar geçen sürede köyün ismi değişti. Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra yapılan vergilendirme çalışmalarında köyün yüzde seksen beşini Ermenilerin oluşturduğu görülüyor. 'Türkmen köyündeki iki yüz hanenin 171'i Ermenilere, 29'u İslam ahaliye aittir' deniliyor. 1909 yılında yapılan bir nüfus çalışmasında köyün 467 haneden oluştuğu ve 2.450 kişinin yaşadığı tespit edilmiş.

Ermeni nüfus hakkındaki vergi kayıtlarında iki isim dikkat çekiyor. Küçükoğulları'ndan Artin'in 30 kuruş ve Küçükoğulları'ndan Minas'ın oğlu Haçik'in 30 kuruş vergi ödediği görülüyor. Bugün, Küçükoğulları'na ya da Türkmen köyünün Ermeni halkına ne olduğu bilinmiyor. Tehcir ya da başka bir nedenle köyü boşalttıklarına dair herhangi bir belge yok. Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra bazı köy ahalisi Küçük soyadını almış. Habere göre, Veli Küçük anadili gibi Ermenice konuşabiliyor.

GÖKTAŞ'IN BABAANNESİ ERMENİ

Haberde tehcir sırasında büyük dramlar yaşayan Ermeni ailelerin hikâyelerine yer veriliyor. Bunlardan biri de, Güneydoğu'daki çok sayıda faili meçhul cinayete adı karışan Ergenekon sanığı emekli Albay Levent Göktaş'ın babaannesi. Tokat nüfusuna kayıtlı Dilber Göktaş'ın babası Ohan, annesi ise Bartuhi. Bir Müslüman ile evlendirilmiş. Mustafa Levent Göktaş ise Dilber Göktaş'ın torunu. Babaannesi Ermeni kökenli olan Göktaş'ın anne tarafı Safranbolu'nun Karan köyünden.



--------------------------------------------------------------------------------

İşte Chronicle Dergisi'nde yayınlanan haberin tam metni


--------------------------------------------------------------------------------

KÜÇÜKOĞULLARI VE VELİ KÜÇÜK

Yüzyıl başına kadar Bilecik-Türkmen köyünün yüzde 85'i Ermeniydi. Küçükoğulları sülalesi de bu köydendi. Günümüzde ise Türkmen köyünde tek bir Ermeni bile yaşamıyor. Ortadan kaybolan Küçükoğullarına ve köydeki diğer Ermenilere ne olduğunu bilmek imkânsız.






Çok değil, bundan sadece birkaç sene önce Veli Küçük'ü hemen her gün bir etkinlikte görebiliyorduk. Gün oluyor Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyi anma toplantısında boy gösteriyordu, gün oluyor Türk Ceza Kanunu'nun ünlü 301. maddesinden yargılanan Hrant Dink'in davasında karşımıza çıkıyordu. Garip bir şekilde Veli Küçük'ün geçmişi unutturulmuş, muteber bir isim olup çıkmıştı karşımıza. Oysa Küçük, Susurluk Skandalı sonrasında en çok konuşulan, tartışılan isimlerin başında geliyordu. Kamu görevlisiydi ama kamu görevlisi kimliğiyle uyuşmayan pek çok isimle birlikte anılıyordu.






Veli Küçük Bilecikliydi. Bilecik'in Gölpazarı ilçesinin Türkmen köyündendi. Köyüne, memleketine bağlılığı aşk derecesindeydi. Türkmen köyü, Osmanlı İmparatorluğu'na beşiklik yapmış bir bölgedeydi. Adından da anlaşılacağı üzere Yörük köyüydü. Yöre milliyetçi-muhafazakâr kimliğiyle biliniyordu. O yüzden Veli Küçük'ün emekli olduktan sonra geliştirdiği refleksler, katıldığı toplantılar kimsenin ilgisini çekmiyordu. Sonuçta bu toplantılar büyük kalabalıkların toplandığı organizasyonlar değildi.






Ta ki Danıştay Saldırısı'na kadar. Danıştay Saldırısı ve hemen ertesinde Ümraniye'de bir gecekonduya gerçekleştirilen baskın, ilişkiler ağının ortaya çıkmasını sağladı. Dün TBMM'nin çağrısına cevap verme lüzumunu hissetmeyen, Susurluk Araştırma Komisyonu'na ifade vermeyen Veli Küçük, bu operasyonlar çerçevesinde yakalandı. Şimdi Silivri'de tutuklu olarak yargılanıyor. Operasyonlar sürdükçe de elinin-kolunun uzunluğu ortaya çıkıyor.






İsterseniz önce Veli Küçük'ün hayatının satırbaşlarına göz atalım, ardından da Bilecik'in Türkmen köyüne uzanalım. Tarihin tozlu sayfalarında buranın Ermeni ahalisine, Küçükoğlu Haçik'e gidelim. Şimdi tek bir Ermeni'nin yaşamadığı köyde Veli Küçük'ün "komşularından" nasıl Ermenice öğrendiğini görelim. Anadili gibi Ermenice konuşan Küçük, soranlara bu dili 'Ermeni Komşuları'ndan öğrendiğini söylüyordu. Bu sırrın kapağını kaldıralım. O halde önce Veli Küçük'ün kısa tarihi...

AĞABEYİNİN ADINI ALDI

Veli Küçük, Türkiye'nin gündemine 1996'nın son çeyreğinde girdi. Susurluk'ta meydana gelen kazadan sonra patlayan skandalda en çok geçen isimlerden bir tanesi de Veli Küçük'tü. O sırada albay rütbesiyle Kocaeli'nde görev yapıyordu. 1996'da yapılan Yüksek Askeri Şura toplantısında tuğgeneralliğe terfi etti. O gün bugündür hep gündemimizde.






Veli Küçük, 9 Mayıs 1944'te Bilecik'e bağlı Gölpazarı ilçesinin Türkmen köyünde dünyaya geldi. Çiftçi bir ailenin dört çocuğundan birisiydi. Annesi Emine, babası ise Mehmet Küçük'tü. Ailenin dört erkek çocuğu olmuştu; İbrahim, Arif, Veli. "Veli" ismi ailede iki çocuğa verilmişti. Veli Küçük ailenin son çocuğuydu ve kendisinden yedi yıl önce, bebekken vefat eden ağabeyinin ismini almıştı.

İlk eğitimini doğduğu köyün İlkokulunda aldı. Ortaokulu ise Gölpazarı'nda bitirdi. Daha sonra girdiği askeri lise sınavlarını kazandı ve Kuleli Askeri Lisesi'ne kaydoldu. Takvim yaprakları 1959 yılını gösteriyordu. 1963'te Kuleli'den, 1965'te Kara Harp Okulu'ndan mezun oldu. Emekli olacağı 2000 yılına kadar tam 35 sene orduda görev yaptı.

Edirne, Van, Eskişehir, Ağrı ve Kocaeli İl Jandarma Komutanlıkları görevlerinde bulundu. 1996'da tuğgeneralliğe terfi etti, "Paşa" oldu. General olarak Karadeniz'de Giresun'da konuşlandırılan Giresun Bölge Komutanlığı'nın kuruluşunu tamamlayarak iki yıl Giresun Jandarma Bölge Komutanlığı görevinde bulundu. Çanakkale Tugay Komutanlığı görevinde iken, tugayı Bilecik iline naklettirdi. Bilecik'ten 2000 yılında tuğgeneral rütbesindeyken emekli oldu.

OTOYOL FİYATINA DEKOVİL

Efsane JİTEM mensupları Cem Ersever, Abdülkerim Kırcı, Arif Doğan Güneydoğu'da Küçük'le birlikte çalışmışlardı. Doğan, şimdi Veli Küçük'le birlikte Ergenekon Davası'nda yargılanıyor. Ancak dava arkadaşı Cem Ersever, Ankara'da bir fail-i meçhule kurban gitmişti. Abdülkerim Kırcı ise iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü'ne yönelik operasyonlar sırasında intihar etmişti. Kırcı'nın intiharı en az Cem Ersever'in ölümü kadar sır doluydu.

Küçük ve arkadaşları kurdukları itirafçılar sistemiyle Güneydoğu'da tam anlamıyla terör estirmişlerdi. Bu dönemde bölgede işlenen 17 bin cinayet fail-i meçhul olarak kalmıştı. JITEM ve İtirafçılar ise bölge halkının korkulu rüyası haline gelmişti. Veli Küçük, Güneydoğu'dan sonra batıda, Kocaeli'nde "İl Jandarma Alay Komutanlığı " görevinde bulundu. Tam o dönemde Küçük'ün görev sahasına giren Sakarya- Adapazarı-Hendek arası "Ölüm Üçgeni" olarak nitelendirilmeye başlamıştı. Çünkü infaz edildikten sonra pek çok ismin cesedi bu bölgeye atılıyor ya da kaçırılan isimler bu bölgede öldürülüyordu. Bu bölgede cesedi bulunan isimlerin ortak Özelliği, şu yâda bu biçimde Güneydoğu'daki olaylara karışmış olmalarıydı.

Veli Küçük, 1999'da Çanakkale'de tugay komutanı olarak görev yapıyordu. Bir yıl sonra ise tugay merkezini Bilecik'e taşıdı. Çanakkale'de görev yaptığı sırada ilginç bir yolsuzluk haberiyle gündeme geldi. Tugayın bünyesinde yer alan 116. Er Eğitim Alayı'nda küçük bir demiryolu hattı inşa edilmişti. Yemekhane ile mutfak arasında yapılan bu hat tam 800 milyar liraya mal olmuştu. 20 Haziran 2000 tarihinde bu hat hizmete açıldı.

Alayda er yemekhanesiyle mutfak arasına döşenen ve yemek taşımak için kullanılan hattın geçtiği yol üzerinde asılan bir levhada şu bilgiler yer alıyor; "Bu hat, İkinci Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanı Tuğgeneral Veli Küçük'ün projelendirmesi ve şahsi girişimleri ile İzmir Devlet Demiryolları Üçüncü Bölge Müdürlüğü'ne yaptırılmak suretiyle hizmete sunulmuştur. Bu dekoer hattı ile günde karavana hizmetlerinde kullanılan bin er tasarruf edilmiştir. Maliyeti 800 milyar Türk lirasıdır."






Bu konu Aktüel dergisinde "Veli Küçük Kazık Büyük" başlığıyla haber oldu. Haberde, levhada dekoer hattı olarak belirtilen dekovil hattının inşasına 1999 yılı Ekim ayında başlandığı ve yapımında erlerin çalıştırıldığı belirtiliyor. Raylar ve traverslerin İzmir'den hibe olarak alındığının belirtildiği haberde Devlet Demiryolları Bölge Müdürlüğü yetkililerinin, 800 milyar liralık bu rakamı çok abartılı bulduklarına dikkat çekiliyor. Görüşülen Bölge Müdürlüğü yetkilisinin, elektirifasyonu, sinyalizasyonu, ray ve traversleriyle birlikte bir kilometrelik demiryolunun maliyetinin dört milyar lira olduğunu söylediği kaydedilirken, aynı yetkilinin dekovil hattının bir kilometresinin yüzde 30–50 arası daha ucuz olacağını da belirttiği ifade ediliyor.

Dolayısıyla sadece ray ve travers masrafı yapılmış 260 metrelik dekovilin maliyetinin 30 milyarı bulmadığı vurgulanıyor. Demiryolları yetkilisinin şu ifadesine de yer veriliyor: "Malzemenin hibe edildiğini göz önünde bulundurursanız, hattın neredeyse sıfır maliyetle yapıldığı ortaya çıkar."

Veli Küçük'ün tugay komutanı olarak imza attığı skandalda mesai arkadaşı ise alay komutanı Cafer Tayyar Çağlayan'dı. Çağlayan da 9O'lı yıllar boyunca çok konuşulmuş, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nde mahkûmiyetle sonuçlanmış bir başka skandalın kahramanıydı. Çağlayan'ın adı Güneydoğu Anadolu'da Yeşilyurt köylülerine insan dışkısı yedirmesiyle gündeme gelmiş ve olay uzun yıllar tartışılmıştı.

Küçük, 30 Ağustos 2000 tarihinde, TSK' dan emekli oldu. Bir yıl sonra, 2001 yılında, o dönemde işadamı Hüsnü Özyeğin'in sahibi olduğu Fİ-BA Holding çatısı altında faaliyet gösteren "ENDİ" adlı perakende satış mağazalar zincirinin yönetim kurulu üyeliğine getirildi. Cafer Tayyar Çağlayan da aynı tarihlerde aynı holdingin güvenlik biriminin başındaydı. Küçük bu göreve Hüsnü Özyeğin'in bacanağı ve ortağı Tunç Çapa vasıtasıyla getirilmişti. Bu tanışıklığa Tunç Çapa'nın babası Vecdi Çapa ile Küçük'ün dostlukları neden olmuştu. Hem Vecdi Çapa, hem de Veli Küçük iyi birer avcıydı ve av sohbetleri yönetim kurulu üyeliğine giden sürecin önünü açmıştı.

Ancak holding yöneticileri hem Veli Küçük isminden, hem de bu isim çevresinde oluşan ilişkiler ağından rahatsızlardı ve rahatsızlıklar] zaman zaman ekonomi kulislerinde konuşuluyordu. Ancak bu ilişki ilerleyen yıllarda Özyeğin ve çevresinin işine çok yarayacaktı. Özyeğin, sahibi olduğu Finansbank'ı ve iştiraklerinin çoğunluk hissesini satmak istiyordu. Alıcılar arasında en yüksek teklif Yunanistan'ın en eski ve en büyük özel bankası olan NBG (National Bank Of Greece)'den gelmişti. Bankanın hissedarları arasında ise Yunan Kilisesi vardı. Bankanın yönetim kurulunda kilise adına iki isim yer almaktaydı.

Finansbank'ın satışı sırasında bürokraside çıkacak pürüzler iddialara göre Veli Küçük'ün bağlantıları sayesinde aşılmıştı. Kamuoyundan gelecek tepkilerde yine Küçük isminin grup yönetim kurulunda olduğu bilgisinin basına sızdırılmasıyla durduruldu. Çünkü Küçük ulusalcı kimliğiyle bilinen bir isimdi ve Ulusalcılarla eylem birliği içerisindeydi. Dolayısıyla bu ismin içinde yer aldığı bir satışta yanlış bir iş olamazdı.

TÜRKMEN KÖYÜNÜN ERMENİLERİ

Veli Küçük emeklilik yıllarını boş geçirmemişti. FİBA Holding yönetim kurulu üyeliğinin yanında 2004'te "Stratejik Güvenlik" adlı şirketin kurucuları arasında yer aldı. Şirketin diğer ortakları da kamuoyunda ilgi çekici nitelikte idi: İstanbul eski valisi Erol Çakır, eski emniyet müdürü (İstanbul Narkotik Şube Müdürü) Nihat Kubuş, emekli Hava Albay Turan Özkışlalı ve Turan Yazgan'ın yeğeni iş adamı İlhan Yazgan'dan oluşuyordu.

Memleketi olan Bilecik, Küçük'ün kariyeri için çok önemli köşe taşlarından biri olmuştu. İlk kez yeni bir teğmen olarak 1966'da Bilecik'te göreve başlamıştı. 2000'de ise yine aynı yerden tuğgeneral rütbesinde emekli olmuştu. Kişisel tarihinde bu derece önem taşıyan Bilecik ve Özelinde Gölpazarı-Türkmen köyü nasıl bir geçmişe sahipti?

Türkmen köyü, Osmanlı dönemi kayıtlarına göre Ermenilerin ezici çoğunlukta olduğu bir yerleşim birimiydi. Köyde çok az Türkmen yaşıyordu. Gerek 1530 yılında yapılan Tapu Tahrir kayıtlarında, gerekse 1680 yılma ait "Avanz Vergisi" (Seferberlik Vergisi) kayıtlarında Türkmen köyünün adı geçmemekteydi. Ya bu dönemde böyle bir köy bulunmuyordu. Yani henüz kurulmamıştı. Ya da 18. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar geçen sürede köy isim değiştirmişti. Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra yapılan vergilendirme çalışmalarını da bu köyün yüzde 85'ini Ermenilerin oluşturduğu görülmektedir. Daha ayrıntılı bir ifadeyle, Türkmen köyündeki iki yüz hanenin 171'i Ermenilere, 29'u ise "İslam ahali"ye aitti, Tanzimat Dönemi'nde Osmanlı İmparatorluğu'nda köklü bir mali reform yapılmıştı. Devletin gelir ve giderlerini görebilmek için de vergi gelirleri merkezi bir denetime tâbi tutulmuştu. Bu sırada tutulan vergi kayıtları yerleşim yerlerinin sosyo-ekonomik tarihleri açısından son derece önemli kaynaklardı. Vergi kayıtlarının bir başka özelliği ise erkek nüfusun isimlerinin yanı sıra bu nüfusa dair ekonomik gelir bilgilerini de ihtiva etmesiydi.

İronik bir şekilde ismi Türkmen ama büyük çoğunluğu Ermeni olan bu köyün, vergi kayıtlarından bazı örnekler vermek yerinde olacaktır. Böylece bu kayıtların nasıl tutulduğu hakkında bir fikir elde edilebilir. Örneğin 1841 yılına ait söz konusu kayıtlarda; "Papas Kirhor oğlu Sağman, erbab-ı zîra-atten (çiftçi), 35 dönüm mezru (ekilmiş) tarla, 7 dönüm harir (ipek) bahçesi (dutluk), 3 dönüm bağ, 1 çift öküz, 1 merkeb, 1 sağman inek (senelik hasılata 15 kuruş), 1 boz inek, 25 sağman koyun 125 kuruş senelik hasılata, 11 adet boz koyun 27,5 kuruş senelik hasılata, 18 kuzu, 50 sağman keçi 122 kuruş hasılata, 58 oğlak" gibi oldukça detaylı bilgileri görmek mümkündür. Buna göre Papas Kirhor oğlu Sağman'ın senelik vermesi gereken tahmini vergi 3209,5 kuruş olarak tespit edilmişti.

Başka bir örnek, bir önceki sene verdiği vergi 130 kuruş olan İnce Artin veled Haçador'un sahip olduğu menkul, gayr-i menkul ve hayvanatına dairdir; "Gayr-i mezru (ekilmemiş) tarla 2 dönüm, harir bahçesi (dutluk) 5 dönüm, hasılât-ı senevisi (senelik gelir) 700 kuruş, 1 dönüm bağ, hasılât-ı senevisi 100 kuruş, 1 adet boz inek, 1 katar". İnce Artin'in vergisi ise talimini olarak 670 kuruş kadar tespit edilmişti.

İşte bu kayıtlar değerlendirildiğinde, Türkmen köyünün, çoğunluğu Ermenilerden müteşekkil bir Ermeni köyü olduğu apaçık görülmekteydi. Bir nevi nüfus kaydı olarak da algılanabilecek olan bu kayıtların yanında, Osmanlı Devleti'nde Dahiliye Nezareti'nin büyük bir titizlikle tuttuğu nüfus kayıtlan da mevcuttu.

Var olan belgelere bakıldığında bir Ermeni yerleşkesi olan bu köy hakkında nitelikli bir istatistik tutulduğu anlaşılmaktadır. 1909 yılında yapılan bir nüfus çalışmasında köyün 467 haneden oluştuğu ve 2 bin 450 kişinin yaşadığı tespit edilmişti. Yani, 1841 yılında 200 olan hane sayısı 467'ye çıkmıştı. Buradan anladığımız kadarıyla bu köyde nüfus kısa sürede ikiyi katlanmıştı. Bu nüfus artışı ile birlikte köy daha kolay idare edilebilsin diye ikiye bölünmüştü. Bu mahalleler "Aşağı" ve "Yukarı" isimlerini almışlardı. 1967 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Ana Bilim Dalı'nda Mustafa Türközü'nün "Bilecik Vilayeti Yer Adları" başlığı altında hazırladığı bitirme tezinde Türkmen köyünün bir Ermeni köyü olduğu açıkça belirtilmekte.

Bir başka belge ise 1915 yılına ait nüfus sayımında Hüdavendigar vilayetinin (Bursa) Gölpazarı kazasının köy nüfuslarını göstermektedir. Buradan hareketle Türkmen köyündeki Ermeni nüfusunun çok artmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre köyde 2460 Gregoryan Ermeni yaşamaktaydı. Yeni yeni gelişmeye başlayan Katoliklerin sayısı ise Ermeniler arasında sadece 22 kişiydi.

Burada Ermeniler arasındaki ilginç bir çalışmaya değinmek gerekecek. Bu çatışma Gregoryan ve Katolik Ermeniler arasında yaşanmıştır. Aslında, daha genel anlamda 19. yüzyılda Ermeni cemaatleri arasında bu şekil mücadeleler olduğu bilinmektedir. Nitekim 1850'lerde Türkmen köyündeki bazı Ermeniler Katolik mezhebine geçmek istediklerini bir dilekçe ile Osmanlı merkezi idaresine sunmuşlardı. Yaklaşık 80 kadar Ermeni'nin imzasını gördüğümüz bu arzuhalde ifadeler aynen şu şekilde geçmektedir;

KÜÇÜKOĞULURI NEREYE GİTTİ

"Yedimizde bulunan kitapları tecessüs ve manasını İncil-i Şerife tatbik ederek el-hasıl sâlik olduğumuz yol il-mü't-tayin bilip anlayıp ve ol veçhile mezheb-i Katolikanı hüsn-i hulusla kabul edip bundan böyle de hiç bir ve-cihle Katoliklikten ayrılacağımız yok." Dilekçeyi Osmanlıca yazan Ermeniler, isimlerini ve mühürlerini Ermeni alfabesiyle yazmış ve basmışlardı.

Katolikliğe geçmek isteyen bu Ermeniler ellerindeki kitapları anlamak ve manalarını ilmi bir şekilde İncil'e uygulamak için köylerine bir Katolik papaz istemektedirler. Ayrıca, köydeki diğer Gregoryan Ermenilerinden (apostolik) korunmak için Osmanlı makamlarından korunma talep etmektedirler. Buna mukabil, Gregoryan Ermeniler bu durumdan hiç hoşnut olmayarak yaşanan mezhep değişikliğini Bursa'daki Fransız konsolosluğunun bir tertibi olarak görmektedirler.

Osmanlı Devleti'nin mali kayıtlarının bir parçası olan Cizye defterlerinde de Veli Küçük'ün köyü olan Gölpazarı'na bağlı Türkmen köyü hakkında bilgi bulmak mümkündür. 1845 (H. 1263) tarihli bir cizye kaydında söz konusu köydeki bütün Ermeni nüfus hakkında vergi kayıtları tutulmuşken, aralarında iki isim oldukça dikkat çekicidir; "Küçükoğulları'ndan Artin'in 30 kuruş" ve "Küçükoğulları'ndan Minas'ın oğlu Haçik'in 30 kuruş" vergi verdikleri görülmektedir. O dönemde Ermeni milletinden Küçükoğulları ailesinin ödediği 30 kuruş vergiden ailenin maddi durumunun iyi olduğu ortadadır.

Nitekim yukarıda bahsedilen vergi kayıtlarında da Küçükoğlu Minas'ın oğlu Haçik'e ait bir kaydın olduğu görülmektedir. Bu kayıtta, 2 dönüm ekilmiş tarlası, 2 dönüm ipek bahçesi, 1 dönüm bağ olup senelik tahmini kazancının 470 kuruş olduğu anlaşılmaktadır.

Tüm bu kayıtlardan sonra Küçükoğulları'na ya da Türkmen köyünün Ermenilerine ne olduğu bilinmemektedir. Tehcir ya da başka bir nedenle köyü boşalttıklarına dair tek bir belge bulunmamaktadır. Ancak Soyadı Kanunu'nun kabulünden sonra köydeki bir kısım kimseler Küçük soyadını almışlardı.

Bugün Türkmen köyünde tek bir Ermeni bile yok. Veli Küçük ise anadili gibi Ermenice konuşabiliyor. Yakın çevresine bu dili köydeki komşularından öğrendiğini söylüyor.

Küçük Paşa'ya Ermenice'yi acaba kim öğretti?

ZAMAN

 

Bu hanıma haddini kim bildirecek?
MUSTAFA ÜNAL tarih 12.06.2009, 12:30 (UTC)
 Hangi hanıma mı? Belçika'da milletvekili seçilen Mahinur Özdemir'e. Başörtüsü bizde siyasal simge denen türden... Meclis'e, üniversiteye ve bilumum kamusal alanlara girişi yasak olan türbana benziyor. Klasik başörtüsü değil yani.
Mahinur o haliyle aday oldu, listenin biraz gerilerindeydi tercih oylarıyla ön sıralara yükselerek sandıktan milletvekili çıktı. Başörtülü seçilmesi Türk medyasının ilgisini çekti. Onunla birlikte başta Türk kökenliler de milletvekili seçildi, ancak en çok haber olan o. Başındaki örtü yüzünden.

Bu yaklaşımlardan hoşnut olmadığını 'Belçika medyası gençliğimle, Türk medyası başımdaki örtüyle ilgilendi' diyerek gösterdi. Ankara'dan bakınca Türk medyasının başındaki örtüyle ilgilenmesinin nedenlerini anlamak zor değil. Başörtüsü ve milletvekili, üstelik Avrupa'nın göbeğinde, laikliğin kalesinde... Ankara kriterlerine göre inanılır gibi değil.

Ya Türkiye'de olsaydı? Düşünmek bile insanı korkutuyor. Hiç şüpheniz olmasın kendisi de partisi de psikolojik harbin hedefi olmuş, Türkiye savaş alanına dönmüştü. Derhal Meclis'e oradan Genel Kurul'a girişini engelleyecek barikatlar kurulurdu. Medyada kıyamet kopar, kendisini laik olarak tanımlayan çevreler yeri - göğü inletirdi.

Yargıtay Başsavcısı, o milletvekilinin partisini kapatmak için harekete geçer, elinde dosyayla Anayasa Mahkemesi'nin yolunu tutardı. İlk günden sistem üzerinde etkili dinamikler milletvekilliğini düşürmek için eylem planlarını devreye sokardı. Rejime, laikliğine sahip çıkmak için büyük şehirlerin meydanları organize gruplarca doldurulur, büyük mitingler tertiplenirdi.

Bir senaryo değil bunlar. Gerçeğin kendisi... Aynısı daha önce yaşandı çünkü. 1999'da FP'den milletvekili seçilen Merve Kavakçı'nın başına gelenleri hatırlayın... Meclis'te yemin etmesi engellendi. Savcı gece kapısına dayandı. Devlet, bütün organlarıyla savaş açtı. Siyasete girdiğine de milletvekili seçildiğine de bin pişman oldu. O kadar ağır saldırıların muhatabı oldu ki Türkiye'de bile duramadı.

Belçika'da Mahinur Özdemir'in başındaki örtüsü milletvekilliğine engel değil. Meclis'te hiçbir engellemeyle karşılaşmadan kürsüye çıkacak ve parlamenterliğin gereklerini yerine getirebilecek. Genel Kurul salonuna girdiğinde 'Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Bu hanıma haddini bildirin' diyen çıkmayacak.

Nasıl olur, Belçika laik değil mi diyebilirsiniz. Laik olmasına laik de laiklik oralarda bir kadının başını örtmesine engel değil. Belçika'da laikliğin gücü adına hiç kimse Mahinur Özdemir'e haddini bildirmeye kalkmayacak. Sokağa çıktığında etrafını çevirenler tarafından 'Belçika laikliktir, laik kalacak' diye slogan atılmayacak.

Yeri gelmişken kısaca hatırlatmak isterim. Geçtiğimiz günlerde Bilgi Üniversitesi 'Seçkinler ve Sosyal Mesafe' konulu bir araştırma yaptı. Sonuçları dehşet verici... Seçkinlerin başörtülüye bakışı düşmanca.

Görüşülen kişilerin neredeyse tamamı eşi kapalı olan birinin cumhurbaşkanlığına tepkili. Hem de ne tepki. Birisi 'Cumhuriyet balosunda görmek istemem adamı, orada beyaz Türklüğüm çıkar, elim ayağım oynar' derken bir başkası 'Ben sıkmabaşlarla iş yapmıyorum, görüşmüyorum, insan olabilir, bilmem ne olabilir fark etmez' demiş.

Seçkinlerin bu görüşü kişisel değil ne yazık ki, siyasette, bürokraside, devlet yönetiminde tavra dönüşüyor.

Belçika'da Türk kökenli, başı kapalı Mahinur Özdemir'in milletvekili seçilmesi, Ankara'da herkese Merve Kavakçı'yı hatırlattı... Tabii aynı zamanda Ankara kriterleri ile Brüksel kriterleri arasındaki derin farkı.

m.ünal@zaman.com.tr


12 Haziran 2009, Cuma http://zaman.com.tr alıntıdır.

 

PKK'ya af
Ayla GANİOĞLU tarih 03.06.2009, 06:28 (UTC)
 AYLA GANİOĞLU`nun özel haberi


Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek`in yalanlamalarına rağmen, muhalefet partilerinin Hükümet`in bir terör örgütü yöneticilerini de kapsayan bir "genel af" hazırlığı içinde olduğunu iddia ederken, 14 yıl önce af konusunu ilk olarak siyaset gündemine taşıyan merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal`dı.


O günlerde “genel af” yerine, “PKK’ya af” ifadesi kullanılıyordu.


O dönemin tartışmaları, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün, günlük gelişmelere yer verdiği “Ayın Tarihi” ile kayıtlara geçti.


- ÜÇLÜ TRAFİK -


Özal, o dönemde her şeyin açık bir şekilde konulmasını savundu ve bu konuda en uç fikirleri dile getirmekten çekinmedi. Özal, Ekim 1990’da gazetelere de yansıyan bir açıklamasında, devletin bütünlüğünün yasaklarla, silah zoruyla sağlanamayacağını belirterek, "Herkes etnik kimliği ne ise onu rahatça söyleyebilmelidir. Bir kere şunu söyleyelim. Bu mesele sopayla ve silah zoruyla çözülmez. Biz her şeyi açıkça konuşmalıyız. Federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız" demişti.


1993`te Cumhurbaşkanı Özal, KYP lideri Talabani ve bölücü terör örgütü PKK’nın Şam’daki lideri Öcalan arasında üçlü haberleşme trafiği kuruldu. Talabani, Özal ile Öcalan arasında mekik dokudu.


Birinci aşamada, önce gizli, daha sonra kamuoyuna duyurularak Cumhurbaşkanı Özal ile görüşen Talabani, Öcalan`ı ateşkes için ikna etti. İkinci aşamada, Öcalan 20 Mart 1993-15 Nisan 1993 tarihleri arasında ateşkes ilan etti, ateşkesin devam edebilmesi için bazı şartlar bildirdi.


Özal, içerde terör örgütünün lider kadrosu da dahil bir af kanunu çıkarmak için harekete geçti. Özal, bu adımları atabilmek için zamana ihtiyacı olduğunu belirterek, Talabani`den ve HEP`li milletvekillerinden Öcalan`ı ateşkesi uzatması için ikna etmelerini istedi.


- "SÜRESİZ ATEŞKES"-


Öcalan , ateşkesi süresiz olarak uzattığını bildirdi. Ancak Özal, onbir günlük Orta Asya ziyaretinden sonra aşırı yorgunluktan kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.


Demirel Hükümeti, geniş kapsamlı bir Pişmanlık Kanunu çıkardı. Ama PKK`nın 25 Mayıs`ta 33 eri şehit etmesi ile Özal`ın başlattığı süreç sona erdi.


Demirel`in Cumhurbaşkanı olmasından sonra Başbakanlığa gelen Tansu Çiller dönemi ise PKK ile mücadelede en sert tedbirlerin uygulandığı dönem oldu. Bu süreç Öcalan`ın Şubat 1999`da Türkiye`ye teslim edilmesine kadar devam etti.


Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü`nün "Ayın Tarihi" başlıklı 1947 yılından bu yana ay ay günlük gelişmelerle ilgili haberleri verdiği yayınında kayıtlara şu şekilde geçti:


- ÇEKİÇ GÜÇ VE FEDERASYON -


18 EKİM 1991 - Kürdistan Yurtsever Birliği lideri Celal Talabani Belçika`nın başkenti Brüksel`de yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Turgut Özal`ın "Kürt meselesini çözeceğiz" şeklindeki sözlerini tarihi bir açıklama olarak nitelendirdi. Talabani, PKK`nın silahlı eylemlerini durdurmasını ve Türk hükümetiyle diyalog yolu arayarak olumlu bir yanıt vermesi gerektiğini söyledi.


28 EKİM 1991 - DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit düzenlediği basın toplantısında, Kuzey Irak`ta Türkiye`nin desteğiyle güvenlik bölgesi kurulmasını, terörün tırmanışının baş nedeni olarak gösterdi. Ecevit, Cumhurbaşkanı Turgut Özal`ın federasyon fikrini eleştirerek, gerçek dışı ve yapay olarak niteledi.


- "PKK`YA ABD YARDIMI" -


13 KASIM 1991 - DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Milliyet Gazetesi`ne verdiği demeçte, Türkiye`nin sınır bölgesinde üslenen ABD birliklerine bağlı uçak ve helikopterlerin Cudi Dağı`nda PKK militanlarına malzemeler bıraktığı yolunda haberler aldığını ve bundan kuşku duyduğunu belirterek, Kuzey Irak`ta oluşan otorite boşluğunun, Türkiye ve Irak arasında anlaşmaya varılarak doldurulması gerektiğini söyledi.


14 KASIM 1991 - ABD`nin Ankara Büyükelçiliği bir açıklama yaparak, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit`in, ABD birliklerinin PKK’lılara helikopterlerle malzeme attığı yolundaki açıklamasının doğru olmadığını, ABD`nin PKK`yı desteklemediğini, aksine kınadığını bildirdi.


9 ARALIK 1991 - Yasadışı terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan, Milliyet gazetesi muhabirleriyle Bekaa Vadisi`nde yaptığı görüşmede, Kuzey Irak`taki Kürtlere güvenlik şemsiyesi sağlayan Çekiç Güç`ten kendilerinin yararlandığını öne sürdü. Öcalan, Suriye ve Lübnan Kürtlerinin de kendilerini desteklediğini öne sürdü.


Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hanns Schumacher, bazı Türk gazetelerinde yer alan ve bölücü örgütün lideri tarafından öne sürülen iddialarla ilgili bir açıklama yaparak, Almanya ile PKK arasında temaslar bulunduğu yolundaki iddiaların gerçekdışı olduğunu bildirdi.


- ÖZAL`DAN "PKK`YA AF" -


6 ŞUBAT 1992 - Bakanlar Kurulunun, Başbakan Demirel başkanlığında yaptığı toplantıda, Cumhurbaşkanı Özal`ın "PKK`ya af" konusundaki açıklamaları eleştirildi.


14 MART 1993- Özal, Öcalan`ın, KYP lideri Talabani aracılığıyla gönderdiği mektup konusunda yaptığı açıklamada, mektuptaki görüşlerin Öcalan tarafından kendisini bağlayıcı şekilde kamuoyuna açıklanması gerektiğini belirtti. Başbakan Süleyman Demirel de, mektuba ilişkin olarak, "Asıl mesele kan dökülmesinin durdurulmasıdır. Silahı bıraksınlar görelim" derken, Başbakan Yardımcısı İnönü, devletin eşkiyayla pazarlık etmeyeceğini söyledi.


15 MART 1993 - İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, "Öcalan basın toplantısını yapsın. Ona göre ne gerekiyorsa yaparız. Öcalan`ın açıklamalarına göre Güneydoğu operasyonunda değişiklik yapabiliriz" dedi. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, PKK`nın silahlı eylemi bırakacağı yolundaki haberlerin propaganda taktiği olabileceğini belirterek, devletin bu tuzağa düşmemesi gerektiğini söyledi.


- "ATEŞKES" ÇANKAYA ZİRVESİNDE GÖRÜŞÜLDÜ-


30 MART 1993 - Özal, Demirel, İnönü ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Güreş`in Çankaya Köşkü`nde yaptıkları toplantıda, Öcalan`ın ilan ettiği ateşkesin ardından Nevruz sonrası Güneydoğu`daki son durumun ele alındığı bildirildi. Demirel, toplantıdan sonra yaptığı açıklamada, "Güneydoğu`da Nevruz sonrası durum ile ilgili olarak bir değerlendirme yaptık. Her şey çok sakin görünüyor. Fevkalade memnuniyet verici bir durum" dedi. Demirel, kan dökerek, bir yere varmanın mümkün olmadığını belirterek, "Üç-beş bin kişinin dağlara çıkarak bir kocaman Türkiye Cumhuriyeti`ni parçalaması mümkün değildir" dedi.


- TALABANİ`DEN ÖCALAN MESAJI-


2 NİSAN 1993 - Talabani, Özal ve Demirel ile görüşmek üzere Ankara`ya geldi. Talabani, Türkiye ile PKK arasında arabuluculuk yapmak için gelmediğini belirterek, Öcalan`dan "Sadece barış, dostluk ve kardeşlik mesajı" getirdiğini söyledi.


3 NİSAN 1993 - Özal, Talabani`yi kabul ederek bir süre görüştü. Özal, bölge halkının refah ve istikrar içinde yaşaması için PKK`nın ateşkes ilanından sonraki gelişmeleri olumlu bulduğunu belirterek, bu durumun desteklenmesi gerektiğini bildirdi.


5 NİSAN 1993 - Demirel, Talabani ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada, PKK`lıların ateş kesmesinin yeterli olmadığını, silahlı insanların devlete teslim olmaya yönelmeleri durumunda olağanüstü hale gerek kalmayacağını ve Talabani`nin Öcalan ile görüşmesinin kendi inisiyatifinde olduğunu söyledi. Talabani ise, görüşmeden sonra, arabulucu olmadığını ancak ateşkesin uzatılması ve şiddete son verilmesi için Öcalan ile yeniden bir araya geleceğini söyledi.


- "ÖCALAN`LA GÖRÜŞEBİLİRİZ" -


11 NİSAN 1993 - HEP genel başkanı Ahmet Türk, PKK`nın tek taraflı olarak ilan ettiği ateşkes çağrısının barış ortamının yaratılmasında önemli bir zemin olduğunu ve hükümetin tutumuna göre Öcalan ile görüşebileceklerini söyledi.


13 NİSAN 1993 -İçişleri Bakanı Sezgin, Özal`ın, "PKK`ya af formülü" için, "Cumhurbaşkanlarının anayasaya göre af yetkisi vardır. Yalnızca dağa çıkmış ama eyleme karışmamış olanların teslim olmaları durumunda kendilerine bir olanak tanınabilir" dedi.


TBMM Başkanvekili Fehmi Işıklarla birlikte 36 SHP milletvekili bir bildiri yayınlayarak, operasyonlara son verilmesini, olağanüstü halin kaldırılmasını, Kürtçe eğitim ve yayının serbest bırakılmasını ve bölgeden göçü durduracak adımların atılmasını istedi. Bildiride ayrıca şartsız genel af yasasının biran önce çıkarılması istendi.


- AHMET TÜRK BEYRUT`TA -


14 NİSAN 1993 - İçişleri Bakanı, Öcalan`ın 20 Mart-15 Nisan tarihleri arasında ilan ettiği ateşkes süresini uzatacağı yolundaki haberlerle ilgili olarak, "Onun bizimle ilgisi yok. Kendisi ne yaparsa bu bizi ilgilendirmez. Ne yaparlarsa yapsınlar, öncelikle verdikleri sözleri tutsunlar" dedi. Aynı gün Ahmet Türk başkanlığındaki HEP heyeti, Öcalan ile görüşmek üzere Beyrut`a gitti.


15 NİSAN 1993 - İçişleri Bakanı, HEP yetkililerinin Öcalan ile görüşmeye gitmesinden haberi olmadığını, durumu gazetelerden okuduğunu belirterek, "Hayırlı olsun" dedi. Beyrut`tan Şam`a geçen Ahmet Türk, arabulucu ya da köprü olmadıklarını belirterek, "Bir tarafın iyi niyetli olması sorunu çözmez. Önemli olan devletin politikasının değişmesidir" dedi.


- ÖZAL`IN ÖLÜMÜ-


16 NİSAN 1993 - Özal, Çankaya Köşk`ünde kabul ettiği Demirel`e, on bir günlük Orta Asya gezisi ile ilgili izlenimlerini aktardı.


Öcalan, Bar Elias`da düzenlediği basın toplantısında, Türk hükümetinden gelen olumlu mesajlar üzerine daha önce 15 Nisan`a kadar ilan ettikleri ateşkesi süresiz uzattıklarını açıkladı. Ateşkesin tek taraflı olamayacağını vurgulayan Öcalan, Türkiye`den de imha amaçlı operasyonların durdurulmasını istedi. Öcalan, "Ateşkes silahı bırakmak değildir" diyerek, hükümetin dağlardaki militanların teslim olması konusundaki çağrısını reddetti. "Onlar barış sürecinin derinleştirilmesi için orada bulunuyorlar" dedi. Öcalan, Kuzey Irak`taki militanların da siyasi faaliyette bulunabilmek için Türkiye`ye geleceklerini açıkladı.


17 NİSAN 1993 - Özal, geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.


- ÖZAL SONRASI -


18 NİSAN - Öcalan, Lübnan`da yaptığı açıklamada, hükümetin, Özal`ın Kürt sorununun çözümü konusundaki girişimlerini desteklemesini istedi.


4 MAYIS - Genelkurmay Başkanı Orgeneral Güreş, Özal`ın "GAP televizyonunda Kürtçe yayınlar yapılmasına komutanlar da sıcak bakıyor" şeklindeki sözlerine yanıt olarak, "Hiç kimse MGK`da konuşulanları açıklayamaz, tutanaklarla ilgili bilgi veremez" dedi.


16 MAYIS 1993 - Demirel, TBMM`de Cumhurbaşkanı seçildi.


- GENİŞ KAPSAMLI PİŞMANLIK KANUNU -


24 MAYIS 1993- Milli Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanı Demirel`in başkanlığında toplandı. Toplantıda, PKK`nın Nevruz öncesi ilan ettiği "ateşkes"in ardından Güneydoğu`ya ait "barış planı" doğrultusunda, Pişmanlık Kanunu`nun kapsamının genişletilmesi ve yeni düzenlemelere gidilmesi kararlaştırıldı. Yeni düzenlemelerle Olağanüstü Hal Bölgesi`nde PKK`ya katılıp da, kan dökülen eylemlerde yer almamış olanlar hakkında, teslim olmaları durumunda kovuşturma yapılmayacağı, olaylara katılanlar için öngörülen cezaların indirileceği ve ölüm cezalarının müebbete çevrileceği açıklandı.


HEP Şırnak Milletvekili Orhan Doğan, Ankara`da yaptığı açıklamada, MGK kararlarını "olumlu" ancak "yetersiz" olarak niteleyerek, kararın, başlayan ateşkes sürecini olumlu açıdan etkilemeye yönelik olduğunu söyledi. Doğan, "Ancak, Pişmanlık Yasası`nın kapsamını genişletmekten çok, şiddeti gerektiren nedenlerin ortadan kaldırılması gerekir. Bu uygulamanın pratikte çok büyük zorlukları doğacaktır" dedi.


- PKK`DAN ACIMASIZ SALDIRI-


25 MAYIS - Bingöl-Elazığ karayolunu kesen PKK’lı teröristler, eğitimlerini tamamlayarak görev yerlerine sevk edilen silahsız 33 eri otobüslerden indirerek kurşuna dizdi. Teröristler, 13 er, bir polis ve 8 vatandaşı da kaçırdılar. Olayın ardından düzenlenen operasyonda, 10 terörist öldürüldü ve kaçırılanlar kurtarıldı.

 

<-Geri

 1 

Devam->

Ah şu türküler kör olası gözleri. Başka bir alem sözleri.

Sevgili Türkü Dostu

Radyo Yeşilada Türkülerin Kalbi

Sevdaların hikayesidir bu... Hasretin hikayesidir... Bu, türkülerin hikayesidir... Belkide, bizim hikayemizdir... Bizi bilmez türküleri bilmeyen; duymaz nağmelerde yankılanan güzellikleri... İnsana dair... Türkülerin dalına asılmış bizim hikayemiz,bozkır gecelerinin şafağında... Onun için, türküler bize benzer gülüm, Türküler bizi söyler... Bizim hikayemizi anlatır hep... Türk’ ün engin gönül dünyasına yaradanın nakşettiği güzelliklerin; en seviyeli, en terbiyeli ve en güzel ifadesini, muhteşem bir incelik içinde türkülerimizde buluruz...

Yazının Devamı

Paylaşım Forumu Konu Başlıkları

Güzel Sözler

Ziyaretçi Defteri

Ziyaretçi Defteri

Türkü Dostlarına

Merhaba canlar; Söz konusu türkü olunca hepimizi bir heyecan bir hüzün sarar. Bende ise kelimeler yetersiz kalıyor. Türkü deyince bende akan sular duruyor. türküler gerçektende yaşamı ifade ediyor ve kültürümüzü anlatıyor. Sevgili türkü dostları duygu ve düşüncelerinizi bizlerle paylaşın. Kendi yörenize ait türkü hikayeleri varsa paylaşım formunda türkü dostları ile paylaşın. Bütün türkü dostlarına sevgilerle....

Aşkın Süvari

radyoyesilada.tr.gg

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol